Murat Sevgi - Kumdan Kale-2

Murat Sevgi

Kumdan Kale-2

Murat Sevgi

Geçtiğimiz sayıda, kalitenin fayda ve sürdürülebilirlik odaklı olması gerektiğinden söz etmiştik. Kavramı tanımlarken; ürün, hizmet, ya da her türlü iş ve işlevi nitelendirmekte kullanılan ‘kalite’ kavramı fayda olgusunu gözetir. Kaliteyi sağlayan özellikleri sürdürmek de gereklidir. Sonuç olarak faydanın da sürdürülebilir olmasını düşünmek gerekir. İşte “kumdan kale”, kalite, fayda, sürdürülebilirlik kavramlarının en ironik sembolüdür!

Gıda konusundaki utanç verici kebap deneyimimizi anlattıktan sonra, bayındırlık eserlerinde de aynı sorundan söz ettik. Temel sorun, fayda ve sürdürülebilirlik kavramlarının gözetilmemesinden kaynaklanıyor. Peki, bu iki kavramı sakatlayan ne? Biraz da sosyolojisine bakmakta fayda var:

Neden bu kadar kötü?

Yapılan her eylemin bir amacı vardır. Bu tekil amaç, tekil bir hedefe yöneliktir. Sadece o hedef için düşünülmüştür. Bir de uzun süreçli bir amaç ve hedefler vardır. Bu uzun süreçli amaçlar ve hedefler anlık olarak düşünülmez. Mesela; bir çay ocağını temiz tutmak, uzun süreçli hedeflerden biridir. Bu hedef için çaycı, her gördüğü kirliliği temizler. Burada hedefe ulaşılması diye bir şey yoktur. Hedef de, eylem de sürer gider. Tekil hedef ise garsonun müşterinin oturduğu masayı silmesidir.

İşte bizim, toplum olarak uzun süreçli hedeflerimiz yok. Bundan yüzlerce yıl önce yaşayan birileri, kendileri için sadece 30-40 yıl yarayacağı halde, üşenmeden bin yıl ayakta duracak eserler vermiş. Bizler ise; eserlerimizde kendi ömrümüzü bile kurtaracak işler yapamıyoruz.

Neredeyse tüm işlerimizde, her eylemimizde en basit ve en kısa yoldan sonuca ulaşacak en sıradan hedefleri planlıyoruz. Bu basit ve sıradan işi başarmayı kendimize gurur aracı olarak görüyoruz. Bu kadarı ile avunuyoruz, övünüyoruz. Bir de -sanki çok önemli bir başarıya imza atmış gibi- kendimizle övünüyoruz.

Bugünkü toplum yapısında amaç ve hedefin olmamasının nedeni nedir?

Bunun iki nedeni var. Toplumun bütün bireyleri, hedef belirleyebilecek duruma gelemez. Bu işi toplum içerisinde birileri yapar. Bunlar toplumsal sistemleri programlayan tasarımcılardır. Bu tasarımcılar çeşitli bireyler için çeşitli hedefler ve bu hedeflere ulaşmayı sağlayacak eylem planları yaparlar. Ama hedefleri belirleyecek tasarımcıların olmayan hedefleri hayal etmesi ve geleceği programlaması için öngörüler ve tahmini yakın gelecek projeksiyonları icat etmesi gerekir. Yani daha olmadan gerçekleri görüp toplumu buna hazırlayan kılavuzlar geliştirmelidirler. Bu tasarımcılar kendi gelecek vizyonlarını kendileri geliştiremiyorsa gelecek vizyonları olan başka toplum ve bireyler onlara kılavuzluk eder. Bu durumda tasarımcı gelecek tasarımını başkasının hayallerine göre kurgular.

Örneğin; okullarını, hastanelerini, yollarını, şehirlerini en fazla 30-40 yıllık geleceğe göre planlayan bir ülkede 100 yıl sonrasını düşünmemenin tek bir nedeni vardır: 100 yıl sonrasını umursamamak. Bu yüzden 16. yy’da yapılan köprüler ayakta dururken, 15-20 yıllık köprüler ilk selde çöküyor.

Bu umursama meselesi; çevreyi kirletmek, tarım alanlarını katletmek, sanayi diye tekstil boyahanelerini köyden gelmiş, eğitimsiz gurbetçilerle doldurup, -utanmadan bir de bunlara ‘sanayi işçisi’ deyip,- toplumla alay etmek... Hep aynı günlük planlamanın sonuçlarıdır.

Sanki dünyada durum böyle değil mi?

Gelişmiş ülkeler ve geri kalmış ülkeler diye ikiye ayırmak gerekir. Her iki gurupta da bizdeki gibi günlük plan isteği var. İnsanın içgüdüsel eğilimi bu! Ama gelişmişler gurubunda uzun süreçli hedefleri de düşünen birileri var. Fark burada. Uzun vadeli hedefler, gelişmiş ülkelerin yasalarına çok daha kolay işlenebiliyor.

Mesela; tekstil! 2’nci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa bize bu sebeple hediye etti. Kendileri için kirletici ve düşük teknolojik kriterlere sahip bir iş koluydu. Ama kendileri için; makine, elektronik, uzay gibi ileri teknoloji, bilgi ve bilim gerektiren işleri aldılar.

Bilgi ve teknoloji gerektiren yüksek getirili işleri kendilerine bıraktılar. Ama artık günümüzde bir iş kolu daha oluştu. Bu iş kolu; yukarıda planlamacı ve tasarımcı diye bahsettiğim gelecek hedeflerini ve planlarını yapanlar, yani stratejistler ve fütüristler. Artık bütün planları bu profesyoneller yapıyor. Türkiye’nin en önemli eksiği: toplumda bireylerin kendiliğinden öne çıkacak cesaretin olmaması. Bu atılganlık son 150 yılda gerekliydi. Ama artık gerekmiyor. Çünkü öne çıkmanın stratejisi değişti. Şimdi gerekli olan plan yapacak olanlar. Birilerinin planlarla ortaya çıkması lazım…

Kimse durup dururken gelecek tasarımı yapmaya niyetlenmez. Bunu hazırlayan zemin toplumun o plancıları filizlendirecek kalitede bir kültürel zemine sahip olması ile mümkün olabilir.

Hep sevgi ile kalın.

KÖŞE YAZARLARI
Murat Sevgi

Murat Sevgi

Yılmaz Çivici

Yılmaz Çivici

Nijat Ayvaz

Nijat Ayvaz

Mehmet Ali Esmer

Mehmet Ali Esmer

Atıf Mutlu

Atıf Mutlu