Mehmet Ali Esmer - Başımıza Taş Yağıyor!...

Mehmet Ali Esmer

Başımıza Taş Yağıyor!...

Mehmet Ali Esmer

Dünyada anlam ifade eden okunabilir 3 çeşit yazı şekli vardır. İlki; malumumuz olduğu gibi harf ve rakamları gösteren çizgisel biçimlerdir. İkincisi ise hiyografi dediğimiz iki boyutlu betimlemeler (resimler)’den oluşan yazı çeşididir. Sonuncusuna gelince,  bence en tekâmülü olan 3 boyutlu yazı çeşididir (ki, bir toplumun bütün bir yaşam felsefesinin özetini ortaya koyar ), biz ona mimari diyoruz.

Bir toplumu yıkıp yok eden nedenler sadece savaşlar veya afetler değildir. Savaş veya afetlerle yok olmuş gibi gözüken medeniyetler asırlar sonrası bile yapılan araştırmalar neticesinde, bütün tazeliği ve ihtişamıyla ortaya çıkabilmekte ve bizleri, hiç yaşamadığımız tecrübe birikimleri ile hayretten hayrete sürükleyebilmektedir. Bir kere bizlerin geçmiş bir kültür mirası üzerine oturmamız,  bizleri geçmişte yaşamış insanlardan daha akıllı olduğumuz konumuna getirmez. Zamanla unutup, tarihin derinliklerinde bıraktığımız değerler, bugün bile birçok toplumsal sorunlarımıza çare olabilir. Geçmiş tecrübelerin zamanımıza aksettirilip, uyarlanması faaliyetleri, geçmişten günümüze uzanan köprülerin sökülüp atılmaması ile gerçekleşebilir. İşin özü, zamanımıza kadar ulaşan her türlü kalıntılar üzerinde, (başlangıçta da ifade ettiğim gibi) anlam barındıran her türlü yazım şekillerinin doğru ve titiz bir şekilde tercüme edilerek günümüze adapte edilmesi gerekmektedir.

Şimdi “Bunları niçin mi yazdık?”a gelelim. Son zamanlarda, yapılaşmamızda işin özünü kavramadan “Selçuklu Mimarisi”, “Osmanlı Mimarisi”, “Künde Kari Yapımı”, “Horasan Harcı” vb. birçok isimlendirmelerin adı altında aslıyla hiç alakası olmayan mukallit inşaat ve imalatlar yapılmaya başladı. Eskilerin deyişiyle “İsmiyle Müsemma” olmayan bu tür yakıştırma hastalığının kimlerden ve nasıl çıktığı belli. Bizim de sözümüz bu tercümanlara, yani konu ile hayatı boyunca yakından uzaktan ilgisi olmamış ama sadece çıkarları için haksızca almış olduğu maddi veya manevi bir icazet ile her şeyi yapabileceğini düşünen, düşündüğünü de dayatmalarla yasallaştırarak ticaret ve makam çıkarlarına alet eden kişileredir. Buyurun hep beraber,  500 sene evveline uzanalım ve Kanuni’nin Mimar Sinan’ a gönderdiği fermanı okuyalım:

“Hassa mimarlarının başı Sinan’a hüküm ki,

Rumeli’nden ve sair yerlerden gelip

Doğramacılık ve bina bilgisinden habersiz ve nasipsiz olarak,

Tamamen ehliyetsiz şekilde,

Ellerine cedvel alıp mimarlık yapmaktadırlar.

Bina eyledikleri evlerin ekseriya ocakları tutuşup yandığından,

Buyurdum ki bu emri aldığında, bu konuda dikkatli olup,

Bina, doğramacılık ve duvarcılık bilgisinden yoksun bulunmakla beraber

Eline cedvel (arşun) alarak mimarlık yapanları yasaklayasın,

Senin bilgin ve iznin olmadan o gibi ehliyetsiz kimselere mimarlık ettirmeyesin...”

                                                                               (Fi 17 Safer 980-29 Haziran 1572) (*)

Bir de şimdiye bakalım… Yakın bir süre içerisinde tam tersi bir fermanla -pardon, torba yasayla- mimarlık yetkileri, yetkisiz ve işin özünü asla kavrayamayacak kişilere devredilmek istenmektedir. İnanmayan hazırlanan ve hazırda tutulan 12.11.2012 TBMM Genel Kurulu’nda “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’’ (**)’a dikkatlice bakmalarını tavsiye ederim.

Galiba günümüzde her uzmanlık alanında durumlar böyle. Almış başını bir keşmekeş, gidiyor işte. Bizim için de özellikle toplumun sosyal anlayışına ayna olan mimari söz konusuysa, durum daha da vahim olmaktadır. Hele ki mimaride mukallitlikle gerçekleştirilmeye çalışılacak bir anlamsızlıklar zinciri, ticarete ve çıkar rantına yansıtılmışsa, eyvah eyvah… Neden mi?

Bir toplumun kültürü ve yaşam izleri ayakta kalan mimari eserleri ile tercüme edilir. İşin özüne ve tercümesine gidilmeden, verilen mesajlara aldırmadan, yapılan her taklit mimari yapılar yığını, toplumu bağlı bulunduğu geçmişten uzaklaştırır, yozlaştırır ve başkalarına muhtaç, kişiliksiz, duyarsız, özenti bir kitle haline getirir.

Bu yüzden şunu asla unutmayalım; bağlı bulunduğumuz toplum içerisindeki geçmiş tecrübe birikimlerini, uzman tercüme ve yorumlar eşliğinde, zamanımızın yeni bileşimleri ile harmanlayarak oluşturacağımız her yeni üretim, günümüzün olgunlaşmış birer meyvesidir. Yeter ki bizler yemesini bilelim.

Sırası gelmişken, ülkemiz mimarisi adına bu olgunlaşmış meyveyi yiyebilmemiz için, her halde kanun yapıcı olan TBMM’nin bir Kanuni, kanunu uygulayacak olan TMMOB’nin de bir Mimar Sinan olması gerekir diye de söylemeden geçemeyeceğim.

Saygılarımla…

-------------------------------------------------------------------------------------------------

(*) Kurthan FİŞEK, 08 Haziran 2000, Hürriyet Gazetesi

(**)‘’http://www.mimarlarodasi.org.tr/index.cfm?sayfa=belge&sub=detail&bid=2&mid=2&recid=14557’’

KÖŞE YAZARLARI
Murat Sevgi

Murat Sevgi

Yılmaz Çivici

Yılmaz Çivici

Nijat Ayvaz

Nijat Ayvaz

Mehmet Ali Esmer

Mehmet Ali Esmer

Atıf Mutlu

Atıf Mutlu