Murat Sevgi - Astronot Da Olur Musun?

Murat Sevgi

Astronot Da Olur Musun?

Murat Sevgi

Yıllar önce, bilişimle ilgilenmeye başladığımda (o zamanlar daha adı “Bilişim” değilken), birçok elektronik meraklılarının teorik bilgisi profesyonelden daha iyiydi.  Bugün, ‘konvansiyonel’ denilen devre elemanları ile tasarım yapardık. Entegre devreler (çipler) kullanılsa da, sadece bazı genel işlevlere sahip olanları kullanılarak tasarım yapılırdı. Genelde tasarımcılar kurdukları devreyi tüm işlevleri ile bilecek teorik altyapıya sahip olurdu. Birçok uygulamada transistör ve tristör gibi yarı iletkenlerin çoklu kullanımı ile işlevsel devreler geliştirilirdi. Amatör bir elektronikçi rahatça radyo alıcısı yapabilecek bilgiye sahipti. Kendi radyo alıcısını ve vericisini yapıp çevresini dinleyen ya da yayın yapan ‘amatörler’ vardı. Ses sistemlerine meraklı olanlar, amplifikatör, frekans filtresi ve ses analizatörü gibi devreler yapabilirdi…

Bütün bunları yapmak için sadece “yapmayı istemek” yeterdi ama öyle “Ben yapacağım” demekle olmazdı! Peki, nasıl olurdu? Bir sandık kitap okumak gerekirdi! Onlarca elektrik teorisi, yüzlerce elektronik sistemi, binlerce parçayı bilmek gerekirdi…

Öyle, kabaktan-tabaktan biri çıkıp da, “Ben yaptım” diyemezdi.  Bu işin okulu da vardı ama o döneme kadar, amatörü de okullusu kadar bilgili olurdu.

Sonra ne oldu? Sonrasında dünya elektronik piyasasını yöneten, sayıları 8-10 taneyi geçmeyen elektronik devleri, entegre devreleri özel projelere cevap verebilecek şekilde ambalajlamaya başladı.  Mesela, bir çip çıktı, tek başına radyo! Radyo yapmaya gerek kalmadı. Başka bir çip ise saat devresi yapmaya gerek bırakmadı. Mikroişlemciler ilk zamanlar yüksek fiyatlara satılıyordu. Bu yüzden küçük ölçekli işlerde tasarımcıların devrelerine iş düşmeye bir süre daha devam etti. Ama mikroişlemci firmaları birbirleri ile rekabet ederken o kadar ‘küçüldüler’ ki en basit işleri bile yapabilen çözümleri sunmaya başladılar…

Şimdi, elektronik üreticilerinin savaşından yara alan var mı diye sorarsanız, cevap: “Var” olur… Nedeni, çiplerin içerdiği işlevler o kadar karmaşıklaştırıldı ki, tasarımcılar bunları bilmenin elektronik bilmek olduğunu zannediyor. Temel elektronik teorilerini ya da devre analiz yöntemlerini bilmiyor. Bu eğitimlerin gerekliliğinin farkında bile değil.  Daha acı olanı ise bazı akademisyenler bile, gerekmediğini düşünüyor.

Benim gibi “geri kafalıların” gözünde ise bunlar, elektronikçi değil, sadece parça kullanıcısı!

* * *

Şimdi bunları niye anlattım?

Elektronik sektöründeki bilgi çöküşünün aynısı yazılım sektöründe de yaşandı.  Hem aynı zamanda, hem de aynı güçler eli ile…

Yazılım geliştiren bir programcı, ilk dönemlerde program yazmaya başladığında o yazdığı satırların neleri harekete geçirdiğini, nerelerde ne değişikliklere yol açtığını, -biraz iyileri ise- hangi elektronik devrelerin işlevlerini yerine getiren komutlar yazabileceğini bilirdi… Burada, “bilirdi” diyorum, çünkü ‘bilmek’ artık tamamen “di-li geçmiş zaman” ifadesi oldu.

Bu arada yazılım geliştiricilerinin kullandığı diller, tıpkı çip üreticilerinin çiplerde yaptığı gibi bütünleştirildi. Yani bir komut ya da işlem ile onlarca işlevi yerine getiren çözümler üretildi.

Programcılık da tıpkı elektronikçilik gibi, kullanıcılık seviyesine düşürüldü…

* * *

Ortalarda dolaşan, kendisini “programcıyım” diye tanıtanların çoğu yazdığı programların işlevsel içeriğini açıklayamaz. Üzerinde çalıştıkları platformun işlevlerini bilmez.

Sonuç olarak, “arızalanan bilgisayarını formatlayarak kurtaran(!) geri zekâlı kalabalığı” sayesinde; “- sözde- bilgi toplumu” haline getirildiğimiz söylenebilir…

Kimin için diyorum?

Bir zamanlar, “elektronikçiyim” diyen, öyle üç beş teori bilip de karşımıza çıkmazdı!  Bugün hâlâ; evlerin bodrumlarında, garajlarında keşif yapanlar çıkıyorsa; o kâşiflerin keşiflerini “bilgiye” borçlu olduğu gerçeği yadsınamaz! Bunu söyleyince eskide kaldın diyorlar. Ama artık durum değişmiş(miş)…

Her isteyen her istediği işle, sırf canı istedi diye ilgilenebilecekmiş. O kadar ki, birileri, bu ülkede, uzay programı bulunan ülkelere, astronot siparişi vermeye bile kalktı!

Doğrusunu söylemek gerekirse, uzay programı olan bir ülke için, başka bir ülkeden gönderilen “sipariş astronot”u kullanmak, uzaya maymun çıkarmaktan daha ucuz!!!  (O ‘siparişi’, astronot yapma bedeli olarak bir çuval para alma şansı da cabası.)

Stratejik bir yaklaşım olarak; “Teknolojik süreçlerden geçmiş bir insan” üretmenin farkını fark edememenin, paha biçilmez bir ‘hesapsızlık’ olduğunu her bakanın görebilmesini isterdim.

Teknoloji transferi denilerek ürün transferi yapıldığını da görmelerini isterdim. Büyük üniversiteler bile; milyar dolarlık laboratuarlar kurarken, aldıklarının; “teknoloji transferi” mi(?) yoksa “ürün transferi” mi(?) olduğunu tam olarak ayırt edemiyor!!! Teknolojik ürün imalatçıları ‘ara müdahaleleri’ en aza indirmek için canını dişine takmış durumda! Bu sayede; sistemi anlamadan “bilgisayarcıyım” diyen, üzerinde çalıştığı platformu bilmeden “programcıyım” ya da “yazılımcıyım” diyen bir ton insan, “adam” diye ortalarda dolanıyor!

Bunlara, bir de, -okuma yazma bile bilmeden- “gazeteciyim” diyenleri ekleyebilirim…

Hep sevgi ile kalın.

KÖŞE YAZARLARI
Murat Sevgi

Murat Sevgi

Yılmaz Çivici

Yılmaz Çivici

Nijat Ayvaz

Nijat Ayvaz

Mehmet Ali Esmer

Mehmet Ali Esmer

Atıf Mutlu

Atıf Mutlu