Murat Sevgi - Nükleer Kobay

Murat Sevgi

Nükleer Kobay

Murat Sevgi

Çarpıklıklar ile savaşım yirmi yılı aştı. Bu süre bazılarına göre çok görünse de çarpıklıklar tarihi ile kıyaslandığında çok kısa. İçinde olduğumuz sorunlar bir türlü düzelmek bilmediği için aynı şeyleri -bıkmadan usanmadan- defalarca söylemek zorunda kalıyoruz. İşte bu yazı da onlardan biriydi. Beş yılı aşkın bir süre önce, Tekirdağ’ın Saray ilçesinde yapılan 25’nci Marmara Çevre Platformu toplantısı (26-27 Mayıs’07) öncesinde yayınlanmış bir yazımdan yola çıktım. Bugüne geldik:

KOBAY olmanın şanssızlığını yaşayan bir toplumun bireyleriyiz.

Dünyada ne kadar gelişmişlik ibaresi, “Teknoloji” göstergesi, medeniyet sembolü varsa hep Batı’dan çıkıyor. Bunu, iki asrı aşan bir süredir kanıksadık. Birileri tersine çevirmeye çalışsa da buna en başta kendi idarecilerimiz ve bürokratlarımız; “Hop! Dur, saçmalama! Sen kim buluş, icat, keşif kim? Kime sordun? Kimden izin aldın?” tarzında bir yığın engelleyici tutum ile frenlemeye çalışıyor. (Bu konuda çok dertliyim. Yaramı deşmeden konuya döneyim.)

Batı dedik batı diye devam edelim. İşte, bu BATI, bir icadı yaptığı zaman sanmayın ki durur düşünür, ölçer tartar, test eder. Ufak tefek prosedürler uydurmuştur. Bunları halleden işi bitirir. Gerçek test, hayatın içinde olur. Evet, evet yanlış okumuyorsunuz. HAYATIN TAM İÇİNDE!

 -Nasıl mı olur?

 -Çok basit! 6-7 Milyar insan var. Alır kullanır. Dener. Sorun çıkmazsa amenna!

 -Ya çıkarsa?

 -Bir keçi keser olayı kapatırız. Aynı Afrika'nın ilkel kabilelerindeki gibi:

 -Yağmur yağdı! Sel oldu.

 -Demek ki biri günah işledi. (Tanrılar kurban ister.) Kes keçiyi Tanrıya...

 -Yağmadı çöl oldu!

 -Biri yine günah işledi.

 -Kes keçiyi Tanrıya!

Sonuçta: Hiç inek kesilmez!… O küçücük ilkel kabile bile ufacık bir günah için koca ineği heder etmenin yanlış olduğunun farkında. Dünya ekonomisi de böyle. Burada da kesilen hep keçiler olur. Buradaki keçiler 3’üncü dünya halkları, yerel ve bölgesel küçük şirketlerdir.

* * *

Dünyanın hangi ülkesinde röntgen klinikleri, nükleer tıp merkezleri iş hanlarında, sokak aralarında, bakkallar ve manavlar ile yan yana olur? Var mı daha ötesi? Cep telefonu şöyle, baz istasyonu böyle… Ayyyy, bunlar kanser yapar mı diye ağlaşmadan önce; bunu bir düşünün! Sonra da “aklın”, insanı diğer canlılardan ayıran bir özellik olduğunu hatırlayın… Üzülmeyin, bu sadece size has bir şey de değil. Hepimiz böyleyiz. Yoksa pencerenizi açtığınızda gördükleriniz daha başka olurdu. Şimdi; sizi-bizi boş verin de, size bir hikâye anlatayım: (Belki bunu Internet’te okumuşsunuzdur…)

1910 ve 1020’li yıllarda kurşun kalem gibi iş gören ve adına kopya kalemi denen bir kalem çokça kullanılıyordu. (Biz bunu 70’li yıllarda da kullandık.) Bu kalemin yazdıkları silinmediği için resmi işlerde çokça kullandılar. Hatta su bazlı bir malzeme ile harmanlanan boya maddesi ıslandığında mavi-siyah bir renk alıyordu. O tarihlerde (1910’lar) yazıcı ve kâtip tayfası (ABD ve Kanada) bu kalemi çok sevdi ve kullandı. Yazı yazarken ağızlarına götürme olayı da epey bir okumuşluk göstergesi idi hani. Buraya kadar her şey normal… Olay burada kopuyor zaten.

1932 yılında Sör James Haverty diye bir fizik hocası laboratuarına gayger cihazı aldı. Bu cihaz, radyasyon yayan maddelere yaklaşınca öten bir detektördü. Keşfedilişinin 2’nci ya da 3’üncü yılı olduğunu da düşünürseniz basit bir alet olmakla birlikte o günün yüksek -hatta çok yüksek- teknolojisi olduğunu tahmin edersiniz.

Sör James Aygıtın pillerini taktığında bip bip bip ötmeye başlayan alet şaşkınlık yarattı. Ne olmuştu? Bozulmuş muydu? Tabii ki araştırdı (Bilim adamı ya! Araştıracak tabi… Bizdeki gibi kimin makalesini aşırır doçent ya da profesör olurum diyecek hali yok!) Haftalar sonra ötmenin sebebini buldu. Sekreteri Bety’nin masasındaki kalemler aletin ötmesine sebep olmuştu. Olay anlaşılmış ve “kopya kalemlerinin” radyoaktif olduğu ortaya çıkmıştı. Maddenin kaynağı araştırıldı. Kanada sınırları içerisinde Viktorya denen bir bölgeden çıkarılan kömürden bu madde elde edilmişti. Bugün dünyanın en meşhur kalem üreticilerinden biri olan X şirketi, kalemleri sessiz sedasız topladı. Kalemler Boston’da bir liman deposuna kilitlendi. (Bizim radyasyonlu çaylar gibi.) Kalem şirketi üretim şeklini değiştirdi.

Hindistan’dan mavi rengi veren bir pigment boyası alınarak, grafit ve kömür ile harmanlandı. Yeni kalemler, bu olaydan sonra böyle üretildi. 1929’da başlayan, bazılarının “Buhran” dediği, 10 yıllık bir süreç vardı Amerika’da o günlerde. Sıkıyönetimler, iflaslar, terör… (Hani şu gangster denen kötü adamlar o dönemde türedi.) Ne ararsan vardı. Hindistan’daki İngiliz şirketi (mavi pigmentleri satan) alacaklarını tahsil edemeyince, şu bizim Boston’daki depoya el koydu. 1937’de kalemler Hindistan’a gitti. Hint halkı, yalaya-yalaya yazdı yıllarca…

Şimdi bunu neden mi anlattım; 3’üncü nesil nükleer reaktörler de tıpkı bu kalemler gibi zararlı. Onun için anlattım.

4’üncü nesil diye bir (yeni) tür çıkmış. Çıkalı 7-8 yıl olmuş. (Aradan beş yıl geçtiğine göre şimdi 12-13 yıl olmuş.) O bile tartışmalı. Türkiye, bu tartışmalara girmiyor. Taraf bile olamıyor… Ama bu işin en üstünde yer alan insanlar ve işin farkında olan insanlar, toplumu bilgilendirmeye toplumsal baskı yaratmaya çalıştıkça, satıcı konumundaki ülkelerin politikacıları BM Atom Enerjisi Kurumu’nu susturmaya çalışıyor. Bu susturma işini; “sen sus” ya da “kapa çeneni” şeklinde değil, konu ve gündem kalabalığı içinde değer taşıyan bilgileri gölgeleyerek yapıyorlar. (Bu stratejiyi de sanki bizden öğrenmişler gibi geliyor bana.)

Sadece nükleer işinde değil, gıda katkı maddeleri, ilaç ham maddeleri, gıda kimyasalları, üretimde kullanılan makine teknolojileri (atık ve artıklar bakımından), yakıtlar, motor teknolojileri, lastikler, tekstil ürünlerinde kullanılan elyaflar, zararlılar 1, 2, 5 değil ki!

Aslında niye anlatıp kafamı yorduğumu da bilmiyorum. İçtiği sigaralar ile hem kendini zehirleyen, hem de verdiği para ile silah, terör, entrika üreticisi bir ülkeye hizmet eden insanlara değer mi bu?!

Hâlâ, bu gidişe dur diyecek imkânımız varken; “Dur” deme şansımızı kullanmalıyız.

Atatürk’ün dediği gibi:

“Muhtaç olduğunuz kudret, damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur!”

Hep sevgi ile kalın.

KÖŞE YAZARLARI
Murat Sevgi

Murat Sevgi

Yılmaz Çivici

Yılmaz Çivici

Nijat Ayvaz

Nijat Ayvaz

Mehmet Ali Esmer

Mehmet Ali Esmer

Atıf Mutlu

Atıf Mutlu